Pazartesi, Eylül 12, 2011

Git-Gel Şırnak Bir Hafta

Ramazanın başlamasına 2 hafta vardı, Antep’teki canım arkadaşım Hakan aradı ve Şırnak’a gideceğini belirtti ve beraber gidelim mi? diye sordu. Hemen kabul ettim, ramazana bir hafta kala çıktım yola. Önce otobüsle Antep’e oradan Hakanla birlikte arabaya atlayıp Şırnak’ın Cizre ilçesine geçtik. Yolda Urfa’ya uğrayıp (söylemsi ayıp) Osmanlı Ocak Başı adlı lokantada çok muazzam bir ciğer yedik. Ardından Mardin’e uğrayıp yanımızdaki bir arkadaşı oraya bırakıp Cizre’ye devam ettik.

Cizre’nin girişinden şehir tam bir harabe gibi görünüyor, sanki açık hava tır parkı. Kalacağımız yere gelip arabadan inince ilk şoku suratımda hissettim. İnanılamaz bir sıcaklık, hani ekmek fırınının önünde durursun ve yüzüne sürekli bir sıcaklık çarpar ya aynen öyle. Geçici bir şeydir dedim ama öyle değilmiş, orada kaldığım yedi gün boyunca gece-gündüz aynı sıcaklık yüzüme çarptı. Hatta bir gün öğle vakti saat 12.30 civarı termometreyi güneşe çıkardık ve yarım saat sonra termometrede 72 dereceyi okuyunca neye uğradığımı şaşırdım. Cizre nüfusunun çokluğuna karşın genel olarak çok gelişmemiş bir ilçe. Sokaklar ve binaların bir kısmı çok kötü durumda. Sokaklarda inekler geziniyor ve çöp yiyorlar, trafik fazla olmasa da tam bir keşmekeş. Açıkçası belediyecilik namına pek bir hizmet almamış bu güne kadar, ama yeni bina inşaatları (okul-konut vs.) yapılmaya başlanmış ve adeta değişimin sinyalini veriyorlar. Akşamları neredeyse bütün Cizre (yapacak çok fazla sosyal aktivite olmadığı için) Dicle nehrinin kenarındaki parkta oluyor. Dicle ile bitişik bu park çok güzel manzarası olan huzurlu bir yer. Cizre’de yerel kıyafetli insan çok fazla görmedim, bayanların çok büyük çoğunluğu kara çarşaf giyiyor, ama İstanbul İstiklal’de geziyormuş gibi giyinmeyi tercih edenler de var. Sokaklarda çok fazla farklı illerden gelmiş arabalar görülebiliyor (tatil zamanı olduğu için olabilir).

İlk günün akşamı oranın yerlisi biri ile Cizre’yi gezmeye başladık, açıkçası tedirgin değildim desem yalan olur. Tedirginliğimin asıl nedeni bu güne kadar bölgeyle ilgili duyduklarımız, televizyonlarda gördüklerimizdi. Gecenin karanlığında Cizre sokaklarında gezerken sanki her an bir köşeden biri çıkacak ve bize ateş edecekmiş gibi hissediyordum. İlerleyen günlerde anladım ki bu çok lüzumsuz bir hismiş, zaten kalan zamanda yanımızda kimse olmadan Cizre sokaklarında gece-gündüz rahatlıkla gezdik ve bu endişelerin sadece benim önyargım olduğunu fark ettim. Cizre’de halkla çok fazla içli dışlı olamasam da muhatap olduğum kişiler genelde çok kibar ve saygılı davranıyorlar, herhangi bir Anadolu kasabasından bir farkı yok. Gözlemlerimden edindiğim izlenime göre orada halkın aslında devletle ya da Türklerle bir alıp veremediği yok. Bölgeyle ilgili geçmişte yapılmış hataların tabii ki olumsuz etkileri, insanların kafalarında oluşturduğu bir olumsuz düşünce var ama bunu asla düşmanlık olarak nitelendiremeyiz (bu tespitim oradaki herkes için elbette geçerli değil, şehirde terör örgütü sempatizanı olan insanlar da vardı). Vakti zamanında şehir içinde bile çok yoğun çatışmalar yaşandığı için genelde müstakil evlerin bahçe duvarları kurşun gelmesin mantığıyla epey yüksekçe yapılmış.

Oradaki işimiz gereği Şırnak merkeze ve Silopi’ye de gitmek durumundaydık. Şırnak’a giderken Cudi ve Gabar dağlarının arasından geçilen bir Kasrik Boğazı var. Burada da asker kontrol noktası var, insan oradan geçerken çok acayip hislere kapılıyor, bu kontrol noktalarının amacı batıdaki gibi alkol kontrolü, ya da arabaları durdurup güvenlik gerekçesiyle silah falan arama değil, direk olarak teröristlere yönelik bir güvenlik ve arama tedbiri. Bunu bilmek bile huzursuz ediyor insanı. Ayrıca bu yol üzerinde kömür ocakları da mevcut, şehir için az da olsa bir istihdam imkânı. Şırnak’a vardığımızda fark ettim ki Şırnak merkezin havası Cizre’ye göre tam bir cennet, serin ve ferah, Cizre’deki gibi bunalmıyor insan. Orada da işimizi halledip bir dolmuşa binip Cizre’ye doğru tekrar yola çıktık. Tam az önce bahsettiğim Kasrik Boğazı asker kontrol noktasında beklerken Hakanın telefonu bir mesaj düştü "Genelkurmay başkanı Koşaner ve kuvvet komutanları istifa etti.". Tarihi bir haberi benim için tarihi bir yerde almış olduk. Cizre’ye varınca güzel bir yemek amacıyla önceden girmediğimiz Çamlıca Et Lokantasına girdik ve (yine söylemsi ayıp) pilav üzeri kuzu eti yedik, 
gerçekten çok lezzetliydi, zaten bölgede yetişen özellikle küçükbaş hayvanların etleri çok lezzetli oluyor. Bir gün de Silopi’ye gittik. Silopi de Şırnak’ın Cizre gibi belki de merkezinden büyük bir ilçesi. Orada çok fazla gezme şansım olmadı ama Habur sınır kapısına yakın olduğu için yine her taraf tırlar ile doluydu. Cizre-Silopi arasındaki yol çoğu yerde Suriye sınırına teğet geçiyor. Hatta bir yerde dere sınır olarak kullanılmış ve derenin bir tarafı Suriye iken diğer tarafı ülkemiz. Oradayken şöyle bir ayrıntı da dikkatimi çekti, sanki sınırlar çizilirken dağlar sizde kalsın ovalar bizim olsun gibi bir mantıkla tam dağların eteklerinden çizilmiş sınırlar, dağlar bizim olmuş ovalar onların. Bu yolculukta gözüme çarpan bir diğer detay ise bölgede dağa taşa ne mutlu türküm diyene yazılmış. Düşündüğünde bunda ne terslik var diyebilirsin ama bölgedeki durumu göz önüne alınca özellikle bu zamanda (tüm dünyada ve ülkemizde milliyetçiliğin etkin olduğu ve önemli kitleleri etkilediği bir zamanda) insanları tahrik etmeye ne gerek var diye düşündürüyor.

Bir haftanın ardından Cizre’de işimizi halledip tekrar Antep’e doğru yola çıktık. Yolda tekrar Mardin’e uğrayıp oradaki arkadaşımız aldık ve az da olsa Mardin’i gezme fırsatı buldum. Mardin Şırnak’a göre çok gelişmiş bir şehir. Doğal güzelliğini falan anlatmaya zaten gerek yok. Dönüş yolunda tekrar Urfa’ya uğrayıp tekrar Osmanlı Ocak Başında yemek yedik. Meğerse oranın meşhur yemeği “terbiyesiz tavuk”muş. Ben tavuğu çok fazla sevmeyen ve bir tavuk ne kadar lezzetli olabilir diye düşünen biri olarak yediğim ızgara tavukla mest olmuş durumdaydım (maalesef bunun fotosu mevcut değil). Akşama doğru Antep’e vardık ve ertesi gün Ramazanın ilk iftarını Antep’te açıp gecesinde Ankara yollarına konuldum.

Hayatımda normal şartlar altında gitmemin pek de mümkün olmadığı yerlere gidip görmüş oldum. Benim için çok ilginç bir tecrübe olarak kayıtlara geçti. Bir daha ne zaman ve hangi şartlar altında tekrar oralara giderim bilinmez. Ülkemin yaşadığı bu terör sorunu bittikten sonra gidip kalkınmış bir Cizre ve kalkınmış Şırnak görmeyi çok ama çok isterim.

Perşembe, Ağustos 18, 2011

Yine! Yeniden!

Epeydir yazı yazmadığımı fark ettim. Eskiden arada sırada da olsa bir deftere, bir txt doyasına falan karalardım bir şeyler. Hatta bir ara eski derneğimizin (eski derken bile içim cız ediyor) çalışmalarının yoğun olduğu dönemde çıkardığı Aktif isimli bir dergi vardı, oraya saçma da olsa düzenli bir şeyler yazardım.
Çoğu kişi yazmak disiplin işi der, ama bence o kadar da kastıran bir şey değil yazmak, insan içinden geldiği gibi, herhangi bir konuda istediğini söyleyebildiği gibi dilediğini de yazabilmeli. Gerçi hızla çoğalan sosyal medya platformları bu ihtiyacımı biraz giderse de oralarda da bulunan karakter sınırlaması gibi şeyler insana diyeceğini az lafla söylemeyi uzun uzadıya zorlamamayı aşılıyor, olumlu bir şey mi olumsuz bir şey mi bilemedim.
Yazmak için belli bir disipline girmeye inananlardan olmasam da belli bir birikime sahip olmanın gerektiğine inanırım, ama illa bu birikim çok kitap okumakla oluşabilecek bir birikim değil tabi, hayatı dolu yaşamaya çalışmak da bu konuda yeterli olabiliyor çoğu zaman. Hayatta bir uğraşın varsa, bazen de olsa rutinin dışına çıkabiliyor ve az da olsa iki kelimeyi bir araya getirebiliyorsan karalarsın bir şeyler.
2005’ten bu yana sadece isim olarak duran blog sayfamı artık aktif kullanma kararı aldım (bakalım bu gaz ne kadar gidecek). Aklıma geleni, hoşuma gideni buradan paylaşacağım, amacım birilerinin okuyup ilham alması falan değil, çok standart ve afilli tabirle "tarihe not düşmek". Yarın bi gün bu sanal âlemde neler yapmışım diye baktığımda birkaç şey bulunsun istedim. O zaman vira Bismillah deyip bu postu göndermiş olayım. Gerisi Allah Kerim..